18 Nisan 2007 Çarşamba

Konuşan Yalnız Hakikattır

Konuşan Yalnız Hakikattır

Risale-i Nur'da isbat edilmiştir ki, bâzan zulüm içinde adâlet tecelli eder. Yâni, insan bir sebeple bir haksızlığa, bir zulme mâruz kalır, başına bir felâket gelir, hapse de mahkûm olur, zindana da atılır. Bu hüküm bir zulüm olur. Fakat bu vâkıa adaletin tecellisine bir vesile olur. Kader-i İlâhî başka bir sebepten dolayı cezaya mahkûmiyete istihkak kesbetmiş olan kimseyi bu def'a bir zâlim eliyle cezaya çarptırır, felâkete sürer. Bu, Adalet-i İlâhîyenin bir nevi tecellisidir.
Ben şimdi düşünüyorum… Yirmisekiz senedir vilâyet vilâyet, kasaba kasaba dolaştırılıyor, mahkemeden mahkemeye sevkediliyorum. Bana bu zâlimâne işkenceleri yapanların atfettikleri suç nedir? Dini, siyasete âlet yapmak mı? Fakat niçin bunu tahakkuk ettiremiyorlar? Çünki, hakikat-ı halde böyle bir şey yoktur. Bir mahkeme aylarca, senelerce suç bulup da beni mahkûm etmeye uğraşıyor. O bırakıyor.. diğer bir mahkeme aynı mes'eleden dolayı beni tekrar muhakeme altına alıyor, bir müddet de o uğraşıyor.. Beni tazyik ediyor.. türlü türlü işkencelere mâruz kılıyor. O da netice elde edemiyor, bırakıyor. Bu def'a bir üçüncüsü yakama yapışıyor. Böylece musibetten musibete, felâketten felâkete sürüklenip gidiyorum. Yirmisekiz sene ömrüm böyle geçti. Bana isnad ettikleri suçun aslı, esası olmadığını nihayet kendileri de anladılar. Onlar bu ittihamı kasden mi yaptılar, yoksa bir vehme mi kapıldılar. İster kasıt, ister vehim olsun, benim böyle bir suçla münasebet ve alâkam olmadığını kemal-i kat'iyyetle yakînen ve vicdânen biliyorumya.. dini siyasete âlet edecek bir adam olmadığımı bütün insaf dünyası da biliyorya. Hattâ beni bu suçla ittiham edenler de biliyorlarya... O halde neden bana bu zulmü yapmakta ısrar edip durdular? Neden ben suçsuz ve mâsum olduğum halde böyle devamlı bir zulme muannid bir işkenceye mâruz kaldım? Neden bu musibetlerden kurtulamadım? Bu ahval, Adalet-i İlâhiyyeye muhalif düşmez mi?
Bir çeyrek asırdır bu suallerin cevaplarını bulamıyordum; üzülüyordum, muzdarip oluyordum. Bana zulüm ve işkence yaptıklarının hakikî sebebini şimdi bildim. Ben, kemâl-i teessürle söylerim ki;
--- sh:»(T:686) ¯ --------------------------------------------------------------------------------------------
Benim suçum hizmet-i Kur'aniyemi maddî mânevî terakkiyatıma, kemâlâta âlet yapmakmış.. şimdi bunu anlıyorum, hissediyorum. ALLAH'a binlerle şükrediyorum ki; uzun seneler ihtiyarım haricinde olarak hizmet-i îmaniyemi maddî ve manevî kemalât ve terakkiyatıma, azaptan, cehennemden kurtulmaklığıma, hattâ saadet-i ebediyyeme vesile yapmaklığıma yahut herhangi bir maksada âlet yapmaklığıma mânevi gayet kuvvetli mânialar beni men ediyordu. Bu derunî hisler ve ilhamlar beni hayretler içinde bıraktı. Herkesin hoşlandığı mânevî makamatı ve uhrevî saadetleri a'mâl-i saliha ile kazanmak ve bu yola müteveccih olmak herkesin meşru hakkı olduğu hem de hiç kimseye hiç bir zararı bulunmadığı halde ben, rûhen ve kalben bu ahvalden menediliyordum. Rıza-yı İlâhîden başka fıtrî vazife-i ilmiyyenin sevkiyle yalnız ve yalnız îmana hizmet hususu bana gösterildi. Çünkü, şimdi bu zamanda hiçbir şey'e âlet ve tâbi olmıyan ve her gayenin fevkinde olan hakaik-i îmâniyeyi fıtrî ubudiyetle bilmiyenlere, bilmek ihtiyacında olanlara te'sirli bir surette bildirmek, bu keşmekeş dünyasında îmanı kurtaracak ve muannidlere kat'î kanaat verecek bir tarzda, yâni hiç bir şey'e âlet olmıyacak bir tarzda bir Kur'an dersi vermek lâzımdır ki; küfr-ü mutlakı ve mütemerrid ve inadçı dalâleti kırsın; herkese kat'î kanaat verebilsin. Bu kanaat da, bu zamanda, bu şerait dahilinde dinin hiç bir şahsî, uhrevî, dünyevî, maddî ve mânevî bir şey'e âlet edilmediğini bilmekle husule gelebilir; yoksa komitecilik ve cem'iyyetçilikten tevellüd eden dehşetli dinsizlik şahsiyet-i mâneviyesine karşı çıkan bir şahıs en büyük mânevî bir mertebede bulunsa yine vesveseleri bütün bütün izale edemez; çünki, îmana girmek istiyen muannidin nefsi ve enesi diyebilir ki: "O şahıs dehasıyla, hârika makamiyle bizi kandırdı." Böyle der ve içinde şüphesi kalır.
Allah'a binlerce şükürler olsun ki: Yirmisekiz senedir dini siyasete âlet ittihamı altında Kader-i İlâhî ihtiyarım haricinde dini, hiç bir şahsî şey'e âlet etmemek için beşerin zâlimâne eliyle mahz-ı adalet olarak beni tokatlıyor, îkaz ediyor. Sakın diyor, îman hakikatını kendi şahsına âlet yapma; tâ ki, îmana muhtaç olanlar anlasınlar ki, yalnız hakikat konuşuyor, nefsin evhamı, şeytanın desiseleri kalmasın, sussun.
İşte Nur Risaleleri'nin, büyük denizlerin büyük dalgaları gibi gönüller üzerinde husule getirdiği heyecanın kalblerde ve ruhlarda
--- sh:»(T:687) ¯ --------------------------------------------------------------------------------------------
yaptığı te'sirin sırrı budur; başka bir şey değildir. Risale-i Nur'un bahsettiği hakikatlerin aynını binlerce âlimler yüzbinlerce kitaplar daha belîgane neşrettikleri halde yine küfr-ü mutlakı durduramıyorlar. Küfr-ü mutlakla mücadelede bu kadar ağır şerait altında Risale-i Nur bir derece muvaffak oluyorsa, bunun sırrı işte budur. Said yoktur; Said'in kudret ve ehliyeti de yoktur; Konuşan yalnız hakikattır, hakikat-ı îmâniyedir.
Mâdem ki: Nûr-u hakikat, îmâna muhtaç gönüllerde te'sirini yapıyor.. bir Said değil, bin Said fedâ olsun. Yirmisekiz sene çektiğim ezâ ve cefalar, mâruz kaldığım işkenceler, katlandığım musibetler helâl olsun. Bana zulmedenlerin, beni kasaba kasaba dolaştıranların, hakaret edenlerin türlü türlü ithamlarla mahkûm etmek istiyenlerin, zindanlarda bana yer hazırlıyanların hepsine hakkımı helâl ettim.
Âdil kadere de derim ki: Ben senin bu şefkatli tokatlarına müstahak idim. Yoksa, herkes gibi gayet meşru ve zararsız olan bir yol tutarak şahsımı düşünseydim, maddî mânevî füyuzat hislerimi feda etmeseydim, îman hizmetinde bu büyük mânevî kuvveti kaybedecektim. Ben, maddî ve mânevî her şey'imi feda ettim her musibete katlandım, her işkenceye sabrettim. Bu sayede, hakikat-ı îmaniyye her tarafa yayıldı. Bu sayede Nur mekteb-i irfanının yüzbinlerce belki de milyonlarca talebeleri yetişti. Artık bu yolda hizmet-i imaniyede onlar devam edeceklerdir; ve benim, maddî ve mânevî her şeyden feragat mesleğimden ayrılmayacaklardır; yalnız ve yalnız Allah rızası için çalışacaklardır.
Bize işkence edenler bilmiyerek, Kader-i İlâhî'nin sırlarına akıl erdiremiyerek hakikat-ı îmaniyenin inkişafına hizmet ettiler. Bizim vazifemiz onlar için yalnız hidayet temennisinden ibarettir. Ben çok hastayım; ne yazmağa ne söylemeğe tâkatim kalmadı; belki de bunlar son sözlerim olur. Medresetüzzehra'nın Risale-i Nur talebeleri bu vasiyetimi unutmasınlar.
Said Nursî
* * *

Hiç yorum yok: